DİĞER
"Ataol ve İsmet, Türkçe şiirin kendi dönemlerindeki belki en yoğun “ben anlatıcı”larıydı, giderek aynı zamanda toplumsal motifleri devreye sokma şampiyonu da oldular. İsmet göndergeye hep alışılmamış dolayımlar aradı, Ataol ise olabildiğince dolayımsızlığa, doğal dilin verdiği gerçeklik ve doğrudanlık izlenimine oynadı."
Otuz yıl sonrasının Türkiye’si nasıl bir yer olacak? Cevaplaması çok güç bu soruyu, Şahin Alpay ta 1991’de, Türkiye’nin önde gelen 32 simasına yöneltmiş… Bugünden bakınca cevaplar, beklentiler ve gerçekler arasındaki tezat dikkat çekici.
Selim İleri: Bir fanusun içindeyim, doğru fakat hiçbir şekilde koruma altında olduğumu söyleyemem. Hiçbirimiz söyleyemeyiz...
Ekonomiyi sığ, günübirlik, liyakatten uzak bürokrasiyle, yandaş kayırmacı zihniyetle yönetmeye çalışan, sanayide, tarımda, üretimde yapılması gereken reformları yıllardır gerçekleştirmeyen bir yönetim anlayışının doğadan yana tavır alması mümkün olabilir mi?
Descartes nasıl bütün bir Batı metafiziğini tek cümlede kuruyorsa, Valéry de tek cümlede çökertmenin yolunu gösteriyordu: Kâh düşünüyorum, kâh varım
Jenny Erpenbeck, Gidiyor, Gitti, Gitmiş romanında Avrupa'daki mülteciliğin nasıl bir şey olduğunu, temel sorunlarının dayandığı bürokratik engelleri didaktizme düşme riskini üstlenme pahasına aktarıyor...
Oktay Akbal 1951 yılında Varlık'ın Eylül sayısında ve Ünal Boduroğlu aynı derginin 1954 yılı kasım sayısında Meriç için iki yazı kaleme almıştı. Bakın neler yazmışlar...
Tolga Karaçelik, emanet gibi durmayan, Türkiye sinema tarihinde hatırlanacak karakterler yaratıyor. Ve bu karakterler herhangi bir şeyin kahramanı da değiller...
Zeynep Ergun erkeğin bittiği yerde kadının da bittiği ve toplumsal cinsiyetlerden, etnik ve ırksal farklılıklardan kaynaklı ayrımcılığın ve sömürünün ortadan kalktığı bir dünyanın imkânını tartışıyor
Şerhh şiir ve eleştiri dergisinin altıncı sayısının dosya konusu: "Aleviliğin ve Bektaşiliğin Kültürel ve Edebi Kaynaklarını Nasıl Anlarız?" Dosyadan tadımlık bir bölüm K24'te...
Manhattan’da Üç Oda’da cinâyet yok, silâh yok, kâtil, ipucu yok, kanıt, polis yok, aşk var. İnişli çıkışlı bir aşk; sert bir fırtına desek yeridir...
Batık Bir Gemi'de deniz, bir yandan anlatıcının arzularının tekinsizliğinin simgeler, diğer yandan ise anlatıcının yaşlılığını teyit eden bir ayna işlevi görür
Daha Fazla
© Tüm hakları saklıdır.